15 Kasım 2015 Pazar

Masa da masaymış ha...

adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
üç ker üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu.

masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandu durdu
adam ha babam koyuyordu.


Edip Cansever

2 Kasım 2015 Pazartesi

Atilla İlhan / ben sana mecburum

ben sana mecburum bilemezsin 
adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
büyüdükçe büyüyor gözlerin 
ben sana mecburum bilemezsin 
içimi seninle ısıtıyorum 

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
bu şehir o eski istanbul mudur 
karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
sokak lambaları birden yanıyor 
kaldırımlarda yağmur kokusu 
ben sana mecburun sen yoksun 

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 
insan bir akşam üstü ansızın yorulur 
tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
bir kaç hayat çıkarır yaşamasından 
hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor 
eski zamanlardan bir cuma çalıyor 
durup köşe başında deliksiz dinlesem 
sana kullanılmamış bir gök getirsem 
haftalar ellerimde ufalanıyor 
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 
ben sana mecburum sen yoksun 

belki haziran'da mavi benekli çocuksun 
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin 
kötü rüzgar saçlarını götürüyor 

ne vakit bir yaşamak düşünsem 
bu kurtlar sofrasında belki zor 
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 
ne vakit bir yaşamak düşünsem 
sus deyip adınla başlıyorum 
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
hayır başka türlü olmayacak 
ben sana mecburum bilemezsin

Levent Yüksel - Yas

                                                 

Hatıralar başucumda nöbet tutar gece gündüz bekler beni 
Düşlerim var benim hayallerim var 
Fikrim derya deniz fikrim geri getirir seni 
Ne eserim ne yağarım dururum mateme dilsiz dağ gibi 
Dualarım var; duvarlarım var 
Yazarım söylerim yana yana ismini 
Yarıda kaldı şarkılar aman 
Bu yaraya deva değil zaman 
Ateş düştüğü yeri yakar 
Bu düzeni bozuk dünya yalan 
Ötme bülbül ötme can ayazda kışta 
Sen gülü terk etme; şarkılar şiirler yasta ..

1 Kasım 2015 Pazar

...


Sertab Erener - Rüya - Lâ'l

Zeki Bulduk / Konuşmak

çok konuşmak değil bahsettiğim. ya da havadan sudan, politikadan, ölücü sözlerden bahsetmek değil derdim. evet belki de tam bundan bahsetmek istiyorum; havadan sudan, çiçekten böcekten, bahardan kıştan konuşmak isteyen insanın varıp bir kediye, bir kuşa, bir kuzuya, bir duvara konuşması...en çokta çiçeğe ve kediye konuşan insanlar. hani, yanımızda yöremizde tebessüm ederek gezip tozarlar, tozları dahi gelmez üzerimize ya... işte o insanlar ne çok şey anlatırlar kedilere, çiçeklere. o kediler ve çiçekler ne samimi, ne sıcak cümleler duymuşlardır, kim bilir... bu çok içten bir hal. insanları oyalamak, insanların hileli oyunlarına karışmamak için ne güzel bir yoldur. Nuri Pakdil, Safai, Bilge Karasu geliyorlar aklıma... ne güzel susmuşlar, ne güzel anlatmışlar yola, kuzulara ve kedilere.

bir de öyle bir konuşmak vardır ki, utançla dizilir kelimeler. ama namuslu bir dilin utancıyla. dilline, kalbine, zihnine bulaşan kirli kelimeleri yere dökerken abdest suyu akıp gidiyormuş hissine kapılırsınız. ya derman, na nasip, ya hayır dercesine. şeyhine, dostuna, sevgilisine, yoldaşına, annesine açılan insanlarda, bazen de rahibe konuşan günahkarlarda vardır o dil. yıkanır gibi konuşur o insanlar. kendilerini yıkarken, yıkıp yeniden kurarken, dinleyenin de yüreğinde baharlar göğerir ya hani. işte öyle...