21 Eylül 2021 Salı

AYNANIN OYUNU

 

İçindeki çocuğun gözyaşları düşerken yeryüzüne , bir tutam mavi olabilmek için ellerini uzatmak nedir bilir misin gökyüzüne...”


Çıkışa varmıştı artık. Kanatlarını çırpmaya hasret, kafese kapatılmış bir kuşun çırpınışı gibi, yıllardır içinde debelenip durduğu mabedin, içindeki onca kör karanlığa direnip sağlam duran, ardına, bir hayatı ışıtacak kadar aydınlık saklayan kapısına gelmişti. Sinsice çöküveren bu karanlığın ardında, öyle çok ışık vardı ki, her şeye inat ellerini gözüne siper edip alnını kırıştırarak, bastığı yeri çukurlaştıran adımlarla bıraktığı yerden devam edecekti yoluna. Tüm düşlerinin gerçek olmasına ramak kala, yeniden, neva makamında yükselen o fütursuz kahkahayı duydu!

Nasıl olurdu? Öldürmemiş miydi onu? Ardında bıraktığı onca cesedin arasından o hala nasıl gülebiliyordu? Seken son kurşun ona sırtından isabet etmemiş miydi? Habersizce yeryüzüne iniveren sağanak gibi, içini delercesine serpilen korkunç öfkeyle her şeyi unutup, silahına sarıldı. Bir anda mevcudiyetinin hükümdarı kesilen bu harlı his ona her şeyi yeniden hatırlattı. Alevler, semaya uzanan sarmaşık gibi bedenine dolanarak yükseliyordu. Geri döndü!


Hala aklı almıyordu. Yüzünü hiç görmemişti ama şuursuzca savurduğu kurşunların sonuncusu onu sırtından vurmuştu, emindi! Hiç ummadığı bir anda başıboş kurşunlara siper olmanın tüm çaresizliğiyle yere yığılmıştı. Bu düşüncelerini onaylarcasına sırtından vurulduğuna inat daha da yükseliyordu ses! Kuşanıp içine girdiği andan beri, her köşesinde bir ceset bıraktığı bu mabette, sesi perde perde yükselen bir fon müziği gibi hiç durmadan çınlıyordu o kahkaha! Maruz kaldığı her kahkahayla, işkencecisine güttüğü kin artıyordu adeta. Kurdun kuzuya yaptığı yarenlikti bir bakıma, bir an olsun ayrılmamıştı yanından, bu katliam boyunca. Ayak bileklerini aşan kan gölünün ortasında, şimdi, altın tepside zafer sunamazdı kurduna!


Nerede olduğunu kestiremiyordu ama bilinçsiz ve hızlı adımlarla o kahrolası sese doğru yöneliyordu ayakları. Kapıyı açacak, nefretinin henüz doymamış elleriyle onu kavrayacak ve defalarca çekecekti tetiği ardı ardına. İçindeki öfkenin olanca hacmiyle yüklendi kapı koluna! Burada yoktu! Kana yatırılmış cansız bedenleri gördü. Öldürdüklerinin ağırlığı, ona ekleniyordu sanki, daha da büyüyordu her birine baktığında. Emindi; daha önce böylesine bir gurur yüklenmiş olamazdı hiçbir öldürme eylemine! Onların ölümü kadar yaşam ekleniyordu kendi hanesine. Bir kapı açtı, bir kapı daha ve bir diğerine yöneldi hışımla. Ancak, öldüklerine emin olduğu bedenlerden başka bir şey yoktu kapıların ardında. Büyüdü, büyüdü, “dev”leşti her kapıyla…

Ses kesilmişti…

Öfkesine, özenle sarılıp, oturdu bir kenara. Düşünüyordu… Kimdi bu? İçine ok gibi saplanan bu hicapsız sesin sahibi kimdi?Ölmesi gereken herkesi öldürmüştü oysa. Hiç tereddüte düşmeden çekmişti tetiği hâkim olmadığı hırsıyla, defalarca öldürmüştü her birini! Peki ya bu! Kimdi?

Aynı soruların tekrarıyla yarattığı psikozunda öfkesini doyuruyordu adeta. Kim cüret edebilirdi böyle bir katliama tanık olmaya? Her şeyi planlamıştı. İşini bitirdikten sonra alevlere teslim edecekti cesetleri. Önceden sözleştiği, dışarıda kendisini bekleyen fırtınayla, uçuşan külleri seyredecekti keyifle. Sonra, sabah erkenden buluşacağı güneşe kendini ihbar edecekti...

- Ama önce şu meçhul tanığın sesini kesmeliyim!, diye düşünürken, yeniden duydu o sinir bozucu kahkahayı!

Düşündüğü sırada, beynine pompalanan kesif kan kokusuyla kalktı yerinden. Parmaklarından dökülen şarap rengi damlalar, gittikçe büyüyen halkalar oluşturuyordu yerde. Öfkesi sarhoş kendisi öfkesinden sarhoştu sanki...Ses deldi sarhoşluğu, bu defa çok yakından geliyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes daha aldı!..

Kapıyı açtı! Tüm ölülerin yasını tutan bir karanlık vardı odada. Nefes alışını duyabiliyordu. Kulağının dibindeydi. Öfkesinin hırçın elleriyle sıkıca kavradı onu! Bu temas herhangi başka bir güce ihtiyaç duymadan öldürmeye yetecek kadar kudretliydi aslında. Aralarında, hevesli kurşunların emir beklediği tabanca vardı yalnızca. Son hamlesini yapmadan önce ışığı yaktı!

Hiçbir his yoktu içinde! Hırsının gerdiği bedenine inat, gözleri bir pusun ardında, sessizce ufalıp yok oluyordu gördüğünün karşısında!.. Gözleri iyi tanıyordu onu. Hayatını yerle bir eden bir bakıştı bu… Umursamadı gözlerini. Son emri yerine getiren; elleriydi!..

Göz kapaklarını ısıtan güneşle uyandı. Çatık kaşlarının üstünde kırışan alnından ter damlıyordu. Doğruldu. Bu sabah içinde benzersiz bir hafiflik vardı. Elinin tersiyle sildi alnını, aynaya yöneldi. Saklanıp duran bir damla yaş kalmıştı göz çukurunda. İfşa etti. Daha önce hiç görmediği davetkâr bir tebessüm yerleşti yüzüne. Günaydın, dedi aynada göremediği yansımaya…

  • Günaydın! Artık uyandım!..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder