Puslu zihnimde uzadıkça uzayan, yıllardır bir karşılık bulup
da ait olduğu rafa kaldıramadığım bir kavram; biz… İkimizin özne olduğu
cümleler hiçbir yüklemle çekimlenemiyor bir türlü, sonu gelmiyor. Niyet edip
başlıyoruz her yangından sonra yine ama bizim küllerimizden bile bir halt
olmuyor.
Arasından koca bir hayatın aktığı karşılıklı duran iki
yalnız dağ gibiyiz ve eteklerimizden suya karışmakta hayallerimiz… Peki neden
bu ısrar?
Çözüm gitmek mi? Gitmek çözecek mi?
Gitmek kolaydır, gitmek zordur da… Toplayıp yamacını arkanı
dönmek için yaşananlara kör etmen gerekir gözünü, sağır etmen kulağını…Görmeden, duymadan yaşamaya razı olmak gerekir. Gitmek;
birilerinin yüreğini kanatmak demektir ya da tam tersi kanatılan sizin
yüreğinizdir. Gitmek bir daha hiçbir yerde kalamamaktır ve buna da razı olmaktır. Gitmek, gitmektir işte en nihayetinde öyle ya da böyle yeni bir hayat barındırır
içinde...
Ne diyorduk? Dağlar…
Şimdi dağın birinde, çok önceden, kalarak gitmiş olmanın
onulmaz yaraları, yaşamaya karşı hissizlik ve gitmiş olmanın gizemiyle sunulmuş
yeni bir “iç hayat” var… Yanlış gittiğinin farkında!..
Diğerinde ise geç kalmışlığın öfkesi, kaybetmenin yakıp kül
eden pişmanlığı, aymazlığın hırçınlığı…
Şimdi bir şeylerden geçme faslı, bir yerlere varma…
Yaşlandık burda böylece durarak. Karar zamanı… Sence var mı sürebileceğimiz bir
iz? Her hikayenin bir sonu olmak zorunda mı? Çünkü emin ol biz seninle onu bile
beceremeyiz, hoş zaten adı bile yoktu, kuvvetle muhtemel çok üzülmeyiz.
Hepsi bir yana, bir tek cevap istiyorum, bir yere varmak ya
da bir nokta koymak için değil, merakımdan soruyorum; sahi, biz seninle neyiz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder