30 Ağustos 2015 Pazar

Ceyl'an Ertem - Odalarda Işıksızım

                                             
Bir şarkıyı iliklerine kadar hissedip söylemek tam anlamıyla bu olsa gerek...ayrıca yaptığı işe yüreğini koymak Ceyl'an Ertem'in bu yorumuyla vücut bulmuş fikrimce...

28 Ağustos 2015 Cuma

Günlerden "Alacakaranlık" ...

                                                   olmaz ol alacakaranlık! yerin dibine bat alacakaranlık! evin ocağın sönsün alacakaranlık! onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık! dilerim, ettiğini bulasın, kan kusasın... sancıdan, sızıdan inleyesin! can alıcıya can vermiyesin. 


alacakaranlık, ne karanlıktır, ne aydınlıktır; ikisi ortası, aydınlıktan uzak, daha çok karanlığa yakın. alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, gözboyamadır. karanlık, gecedir, her gecenin de bir sabahı olur. ama alacakaranlıkların hiç yoktur sabahı, bir sürüncemedir, sürer gider... ne aydınlık, ne karanlık... varsa da yok... yoksa da var... var gibi de yok, yok gibi de yine var...

kanunlar hem var, hem yok... kimine var, kimine yok. kimi zaman var, kimi zaman yok. kimi yerde var, kimi yerde yok. insan hakları, hani varımsı da yokumtrak… demokrasi; demokrasisimsi... sosyal adalet; sosyal adaletimsi...

varımtrak yokumsu... 
tatlımtrak acımsı... 
salımtrak ama çarşambamsı... 
batılımsı da doğulumtrak... 
ilerimsi de biraz gerimtrak...

alacakaranlık, insanlara karanlığın aydınlıktır diye yutturulmasıdır: karanlığımsı da aydınlığımtrak... karanlık, aydınlığın düşmanıdır. alacakaranlık, hiçbir şeyin ne dostu, ne de düşmanıdır. alacakaranlık ne tezdir, ne antitezdir, ne sentezdir. o, allahın belası pis bir şeydir.

olmaz ol alacakaranlık! başın kelola! gözün körola! yerin dibine bat da bir daha çıkma!
gel ey aydınlık, gel!

Cem Karaca - Sende başını alıp gitme

25 Ağustos 2015 Salı

Kral Çıplak !!!

Ben yalnız ve güzel ülkemin sıradan bir vatandaşıyım. Eğitim düzeyim lisans üstü, mesleğim tercümanlık. Hepimizinki kadar sıradan acılarım, hayal kırıklıklarım, umutlarım ve mutluluklarım var. Sağ, sol, orta, ortanın sağı, ortanın solu… Siyasetin ne demek olduğunu öğrenecek kadar okumuş bir bireyim, Nazım Hikmet’i de Nihal Atsız’ı da iyi bilirim. Elbette bir siyasi görüşe sahibim ama ülkemde var olduğu sanılan siyasetin herhangi bir rengine mensup değilim.

Hal ve gidişat sıfırın altında, konuşsak olmuyor sussak gönül razı değil, gün günden daha vahim...

Türk, Kürt, Ermeni, Müslüman, gayrimüslim, asker, sivil, çocuk, anne, baba… Ülkemde her gün koltuk sevdasına onlarca insan ölüyor, herkes kendinden başka bir suçlu gösteriyor…

Canım acıyor, mutlu değilim…

Kimseye herhangi bir düşünceyi empoze etmek değil niyetim, her birimiz bir diğerimizin özgürlüğüne saygı duyacak mesafede kalacak kadar özgürüz.

Ama gözleriniz artık görsün, aklınız yönlendirilmesin  -her şeye rağmen- tarafınızdan yönetilsin, kulaktan dolma bilgiler ya da aileden kalma alışkanlıklarla sahip olunduğu sanılan bilgi kırıntıları ölesiye öldüresiye savunulmasın, cebinize girecek para ya da şahsi menfaatleriniz diğerimizin canı, kanı pahasına olmasın. AKP’li CHP’li MHP’li HDP’li TKP’li… olmadan önce insan olmak öğrenilsin… Şairin dediği gibi: “Gülmek; bir halk gülebiliyorsa gülmektir”… Kimse daha fazla gözyaşı dökmesin…

Lafı çok uzatmayacağım, gündemimizdeki ülke meseleleri can alıyor, can yakıyor ve herbiri tarihe kanlı harflerle yazılacak belki de tam tersi olarak aktarılacak kimbilir… Ama bildiğim bir şey var ki; bu kötü zamanlar biz 10.köy sakinleri tarafından derin bir acıyla hatırlanacak…

Beyni vücudunu terk etmiş milyonlarca insan için söylüyorum ne olur bir şeyler yapın ve açın gözlerinizi, her yer simsiyah, kalmadı ufacık bir ak... bakın ve görün; kral artık çıplak!...

24 Ağustos 2015 Pazartesi

İnsanın Acısını İnsan Alır / Şükrü Erbaş

"Herkesi babama benzetirdim. Ya da hiç kimse babama benzemezdi. Evimizde yapraklanan bir çınar ağacıydı. Gölgesi yazın serinlik, kışın sıcaklık verirdi. Yanımda olduğu zamanlar iki kat yaşardım. Yüreğimde karıncaların yürüdüğü bir yeni zamandı. Kim birazcık ona benziyorsa hemen seviyordum. Bütün erkeklere mavilik veren bir gökyüzüydü. Bir gün gelmeyiverdi. Ben inanmadım. Sonraki günler de gelmedi. Ben bir çınarın her yaprağından defalarca düştüm. Annem sustu. Gözbebekleri büyüdü, büyüdü; kirpiklerinden taştı. Konya Ovası'nda öyledir ancak keder, güneşin battığı saatlerde. Birdenbire yalnızdık. Babamın uzun boyları başka kapılarda kırılıyordu. Gözlerinin değdiği her yerimiz üşüyordu. Annem, babamın yerine de sevdi beni. Hohlayıp hohlayıp sildi acılarımı. Ben gittim bir başka erkeğe inandım. Korkuyla zedeledi beni. Babamın bıraktığı yıkıma şiddeti ekledi. Annemi anladım. Kendisini sevmeyenin acısı da olmazdı öfkesi de...
Insanın bir ömrü, gökkuşağının yedi rengi vardı ve dünyadan başka dünya yoktu. Annemi bir daha sevdim. Gökyüzünü gördüm aynaya baktım. Şimdi gidip kentin en kalabalık yerinde hayata gülümseyeceğim."

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Bir zamanlar... // Once upon a time...

gençtik...

gezer, eğlenirdik...

yiyip, içerdik...

yabancılara tercüman olurduk eh konukseverdik :)

her kapıyı çalar, bazen boyumuzdan büyük işler başarır, her şekilde eğlenirdik...

hiçbir kuralı çiğnemezdik :)
üzülürdük ama yine de beraberdik...

geride bu kadar güzel bir geçmiş bırakmama vesile olan herkese teşekkürlerimle...


14 Ağustos 2015 Cuma

Düşlerinde yıldız tozu, cümlelerinde devrim olan kadından...

  • “Anlıyorum artık konuşmayanları, öylece durup cevap vermeyenleri. Vazgeçmişleri ve taşra kasabalarında hiç konuşmadan kitapların ve oyuncakların arkasında iki büklüm oturan eski solcu kırtasiyecileri......Genç öfkelerin, heyecanların ve soruların yerinden kıpırdatamadığı durgunluğunu o insanların, kadınların en çok, adamların da elbette. Küsmeyi anlıyorum, bak bu pek fena. Barışmış gibi yapmak ne çekilmez bir angarya. Heves, denizler altında yirmi bin fersah şimdi. Kim dalacak, kim çıkaracak. Vurgun meselesi de var sonra. Umut, ah o ne dırdırcı kelime. Anlıyorum artık..” 
  • “Sevmek bir kuşun kanadının kırılmasıdır biraz da...Bilir misin Sevgi’m, oyuncu güvercinlerin eve geri dönsünler, kaçmasınlar diye kanatlarını kırarlar. Birini sevmek de işte, kendi kanadından, uçmaya yarayan o tek bir kemiği çıkarıp başkasına vermektir, gönül rızasıyla, gülerek, korkmadan." 
  • "Size bahşedilen yeteneği taşıyabilmeniz için inanmanız lazım.Çünkü yeteneğiniz yüzünden size ihtimam göstermek, sizi korumak yerine yerle bir etmek isteyecekler. Sizi kıymetsiz olduğunuza inandırmaya çalışacaklar. Buna inanmamak için sizi bir şeyin, birinin çok sevdiğine inanmanız lazım. Bu yüzden bir tanrıçaya, bir tanrıya inanmalısınız. İnsan kendini durup dururken sevemez. Palavra o işler. İnsan kendini ancak bir tanrı onu severse, birinin onu sevdiğine inanırsa sevebilir." 
  • "Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce aşık olur...Ne mutluluktur öte yandaki, ne de tadıyla meraklandıran bir acı. aşk diye buna denir: Bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür. İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki..." 
  • "İnsan nasıl sevmeli ülkesini? Düğünlerde sıkılan kurşunlarla çocuklar öldüğünde mesela…Bir grup insan toplanıp üç-beş genci düşüncelerini açıkladıkları için linç etmeye kalktığında…Gecekondu yıkımlarında yoksul bir adam, çocuğunu pencereden tek kolunu sarkıttığında…Yalınayak gezen çocukları hastayken, kapıcı gidip kendine son model bir cep telefonu aldığında…Kızlarını sokağa çıktığı için kafasına kurşun sıkarak öldüren babalar, erkek kardeşler, taşra şehirlerinin hemen dışındaki otellerde başkalarının kızlarıyla para verip seviştiklerinde…Bir öğretmen öğrencisini döverek öldürdüğünde…Bilmedikleri bir dilde ezberledikleri dualarla adamlar, yaktıklarında çocukları…Askerler, cezaevlerinde açlık grevi yapan kendi yaşlarındaki gençleri yakmaya, yıkmaya gönderildiklerinde ve yanık kızlar kameralara bağırdığında ertesi gün kimsenin sesi çıkmadığında…Kadınlar sokaklarda sezonu açılmış av hayvanları gibi ürkek yürüdüklerinde, tecavüze uğradıklarında, katledildiklerinde…Entellektüel görünümlü bir çift şehrin en havalı cafe'sinde kahvaltı ederken küçücük çocuklarını pataklayıp sonra kahvaltıya sessizce devam ettiğinde…Uzak Anadolu şehirlerinde, bir tüccar daha fazla para kazanacak diye çürük yapılıp depremde yıkılan yatılı okullarda çocuklar bir gecede onlarca sayıyla öldüğünde…Bir cümleyi doğru kurmaktan aciz olacak kadar dilini bilemeyen cahiller söylediğiniz sözlerden dolayı sizi vatan haini olmakla suçlayıp, ardından ölüm tehditleri savurduğunda…İnsan nasıl sevmeli ülkesini, o ülkeyi sevmek zorlaştığında?"
                   ECE TEMELKURAN

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Gülüşün Eklenir Kimliğime

gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

her gece yeni bir savaş başlar
acı ses olur, ses deli yağmur
sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime.

Ahmet TELLİ / Belki Yine Gelirim

11 Ağustos 2015 Salı

Sağlık olsun

Ne zaman bir spiker, “televizyonunu yeni açan izleyicilerimiz için tekrarlıyorum” dese sadece benim için söylediğini farzedip özel hissederdim kendimi ve yine sırf bu yüzden her zamankinden daha büyük bir ciddiyetle dinlerdim sözlerini...

Alışkanlıklar kolay bırakılmıyor...

Hayat akıp geçerken önümden ben hep sonradan dahil oluyorum koşuya ve kimse benim için tekrarlamıyor oyunun kurallarını, deniyor, yanılıyor ve hep ıskalıyorum... Benim için tekrarladığın tüm haberler için müteşekkirim ama keşke diyorum sevgili spiker abla...alıştırmasaydın beni bu duruma... Bak kalakalıyorum öyle insanların arasında!.. Sesini arıyorum belki... belki de inandıklarımın peşinde koşarken ben böyle, hayat tozu dumana katıp geçiveriyor üstümden her seferinde... Sırtımda hep ayak izleri, dipdibe...

Aslında her şey gayet net ve basit; A ve B noktaları arasında uzanan kısa kesik çizgilerden ya da çeşitli eğrilerden ibaret kaderimiz. Birimizinki bir diğeriyle kesiştiği zaman başlıyoruz kalabalıklaşmaya...Derken kördüğüm olup kalıyoruz, çözebilene aşk ola! İşte benim olayım tam da burda başlıyor; Hep aşk oluyor bana çünkü kördüğümü çözmek için kesilerek feda edilen kısım oluyorum daima...Sonra yeniden bağlanmak için var gücümle bir ilmek daha... ve hep o ilmeklerin arasında sıkışıp kalıyor heveslerim; ne diyelim sağlık olsun...vardır bir hayır bunda da...


Saatin Soytarısı

...
Zaman;
acımasız bir katilmiş esasen
sapladı yelkovanı yüreğime
hem de hiç taviz vermedi devrinden
şaraba boyandı rakamlar;
sarhoş...
rakamlar bir hoş...
rakamların,
başı boş…
kaçıp gitse yüreğim 
bu hengameden
kurtulur mu dersiniz
akrebin,
bir lanet gibi
üzerine siniveren
gölgesinden?..

Ceyl'an Ertem & Can Güngör - Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

4 Ağustos 2015 Salı

Bazı şarkılar var...

                                           

Bazı şarkılar vardır...


İşte "El Adamı" o şarkıların en başındadır. Kulak yoluyla alınan en ağır alkol de denebilir buna. Bir kadının bir adama hissedebileceği en ağır duyguları büyük bir ustalıkla kaleme almıştır Yıldız Tilbe ve sadece bir şarkı çıkmamış ortaya muazzam bir şiir not düşülmüştür bence Türk edebiyatına bu şarkıyla... 

Nasıl bir yürektir o ne cesur bir sevmektir, ne korkusuzca bir resttir!.. Kadın yazmış işte, hiçbir şey denemez ki, çünkü üstüne söylenebilecek tek bir söz bile yoktur! Bence sırf bu şarkı için bile herkes saygı duruşunda bulunmalı Yıldız Tilbe'ye ve sonra evlerine dağılmalı sessizce... 

Bir kadının saçlarını kesmesine sebep olan tüm el adamlarına gelsin o zaman...

Not: şarkının bir de Ceylan Ertem yorumu vardır ki yabana atılmayacak kadar iyi, tavsiye edilir.
Şarkının sözlerini de yazayım tam olsun.

Saçlarımın boynuna geçti ipek sicim
Gömleğinin bir kolunu dar ağacı belledim
Bir ucu sen
Paslı makasın bir ucu
Bendim
Sığ yüzüne kapattığım saçlarımı
Kestim
Aynada yüzüm hazırladım
Tel tel ayrı ayrı topladım
Yalnızlığın kadınıyım
Alma beni el adamı

Gönlüm isterse gelirim
Bitmeyen aşkla sevişirim
Seyret bak uçurum dağından
Dümdüzdür vadi
Ruhum isterse gezinirim
Dipsiz uçurumlarda
Aşk düzlükte yaşanıyor
Düzlük tek aşkta

Aynı değil her baharın çiçeği dalı
Ellerini hangi su yıkar ortalık malı
Böldü sabır
Çekti kopardı seni
Bittin
Sığ yüzüne kapattığın saçlarımı
Kestim

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Şiirler tünelinde bilmem kaç km

"Ben biraz ertesi gün gibiyim, eksiğim, unutkanım, öyleyim."
Cumartesi oluyorum bazen, sıklıkla da Pazartesi. Eksik biraz, unutkan, kirli... Kir dediğim yaşamanın lekesi... Oysa büyük bir oyun; ne varsa bildiğin... "Bir büyük oyun yaşamak dediğin/Beni ya sevmeli ya öldürmeli". Ama sevmeye cesareti yok kimsenin, öldürmeye de... Öyle bir kimsesizlik ki bu; durmak, çelerken aklımı en mühim yerinden, niye, neye koştuğumu bile zaten bilmiyorken, eteklerimden ölüm çekiştiriyor, tepemde kuşlar uçuşuyorken..."Durduğum yer benim değilken/gidebilecek bir yerimin olmaması ne acı/gidebilecek bir yerim yok iken hala/ve inatla durmayışım ne gaflet/nihayetinde ölmüyorken yaşıyor olan insanın/yaşıyorken öldüğünü bilmemesi bu/bu ne tuhaf bir hayret". Ne tuhaf bir huzursuzluk, nasıl bir atalet... bıçak gibi saplanır mı her yeni gün insanın bedenine? Niye saplanır peki, nerede başladı bu hikaye?..Ben bir umuttum, çocuktum bir kuştum belki de konmak istedim bir kaç insanın yoluna sessizce. Belki de hiç olmadı bunlar; yoktum aslında... 
"Aklım başımda değildi, küfür gibi huzursuzdum / herkes beni unutmuştu, ben kimseyi unutmamıştım." 
Belki de unutmamaktı benim cehennemim... Acılara alışır da insan, mutluluklar nasıl unutulur  ki tadına bile varamadan! Bunları düşündükçe bir duvar örüyorum yaşamla arama. "Yüzümde hüzünden gölgeler kaldıysa / İçimde örülen duvardan düşmüştür, çatladıysa". Ama bir yolunu bulup atlamalı o duvardan, gitmeli uzaklara... Gitmek; unutmak istiyorum diyememekten türemiş bir sözcüktür zira. Gidiyorum şimdi. Çıktım yola; unutmaya...
Yağmur yağıyor dışarıda. Niye yağıyor ki şimdi durduk yere, ne gerek vardı buna!..
40 km/h...60 km/h...80 km/h...90 km/h...
Hızlandıkça dinecek sanıyorum yağmur! ha gayret!..
100 km/h...120 km/h...130 km/h...
Olmuyor! 
Kanıyorum yine aynı yerlerimden! Nasıl büyüyüp de çoğalıyor o hasretler, böylesine unutmak istiyorken!..
"dışarıya yağmur,
yüreğime hasret,
fikrime sen..
nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden
bir bilsen…"
140 km/h...160 km/h...
"hep böyle güzel mi gülersin" dedi
"rakın varsa biraz da ağlarım" dedim.
Ben yağıyorum şimdi, yağmura, hasretine, ve sana arkadaş... Gözlerin gözlerime perde şimdi, gözlerin...
''bir takvimi tersten açardık
eğer isteseydin''

170 km/h...190 km/h...
Kalbim sanık... Gözlerin buna tek tanık... İkimizden başka kimse yok burda...
200 km/h
220 km/h
230 km/h...
"yazık
geçit yok aşka
bir şey yok paylaşacak
acıdan başka…"
Ne işim var benim burda, neyime benim unutmak! Niye çıktım bu yola!
"Her şeyden biraz kalır diyordu ya hayat, kavanozda biraz kahve, insanda biraz acı..."
0 km/hz...
Adım gibi biliyordum oysa;
“Sana giden tüm yollar kapalı”
...

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Sana ve tüm aldanışlarıma...

Bunca yol bunca yorgunluktan sonra herhangi bir önemi var mı geri dönüp bakmanın bilmiyorum ama küfürler çalkalıyorum ağzımda nicedir bir uçtan bir uca... Kazara yol soracak olsa hani birileri, püskürmeye başlayacak ağzımdan ardı sıra... Hak edene vermeli hakkını oysa...
Evet sana ve tüm aldanışlarıma... Aldanışlarımdan ben mesulüm. Var kendime de söyleyecek bir kaç sözüm. Ben aldandığım için suçluyum ama anlamadığım şey şu; o kadar mı tatlı geldi canımı acıtmak da bir türlü vazgeçemedin. Çivinin çiviyi sökeceğini zannettim. Senden sonraki aldanışlardan en az sen de benim kadar sorumlusun o yüzden. Oysa ne fark edecekti çivi çiviyi sökse, daha mı az acıyacaktı canım çiviyi söksem ya da görmezden gelmeye yetecek miydi gücüm ardında kalan o koca deliği... Bir insanın bir insana zarar verebileceği aklımın alacağı bir şey değildi o zamanlar. Tüfek miydi insan, kılıç mıydı, zehir miydi? Hepsinden daha güçlü, hepsinden daha betermiş... ben sadece inanmak istemişim ve inanmışım o kadar... Evet ne diyordum; sana ve tüm aldanışlarıma...bir insanın canını acıtmanın bir diğer insana verdiği hazdan bahsetmiştim ya az önce... Korkarım artık mutlu edemeyeceğim sizi... Çünkü bir yerden sonra dünya başına da yıkılsa “iyiyim” diyebiliyormuş insan. Ve iyi oluyormuş da gerçekten... Koşabileceği kadar koşup, kanayabildiği kadar kanadıktan sonra ulaşılabiliyormuş bu mertebeye. 1.dereceden yakın akrabalarınızın konu edidiği ağzı bozuk sözlerden daha etkili olacağını düşündüğümden bir kez daha altını çizmek istiyorum; “iyi” oluşumun; “ben size rağmen iyiyim”...
Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı sayenizde, yüküm hiç denecek kadar hafif artık. Sadece sizden daha güzel hatalar koyabilirdim yoluma, ona biraz canım sıkık...

Her neyse...yayında ve yapımda emeği geçen herkese sonsuz s.vgü ve hürmetlerimle...