31 Ekim 2015 Cumartesi

Kimsesiz bir delinin mal beyanı (met-üst)

1-avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen 
2-gökyüzünde bir bulut 
3-bitlis'te beş minare  
4-büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp 
sigara içilen beyaz duvarı 
5-islıkla da çalınabilen dört anonim türkü 
6-palandöken'de bir palan, iki döken 
7-kastamonu'da üç kasto 
8-üç fay hattı 
9-bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma 
10-dünyada mekan 
11-ahirette iman 
12-denizde kum 
13-uzayda yerçekimsizlik 
14-bir çuval gazoz kapağı 
15-bir kibrit kutusu sigara izmariti  
16-biri ingilizce 6 adet küfür 
17-yirmi tane boş naylon poşet 
18-sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht 
19-uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank 
20-bir ayakkabı çekeceği 
21-iki büyük taş kütlesi 
22-bir adet ağaç gölgesi 
23-üç kuş kanadı sesi 
24-bir sürü kedi köpek 
25-bir marmara denizi 
26-camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci   
27-nakit 15 lira 
28-anne babadan kalma bir ucu yaşanmış bi ömür

27 Ekim 2015 Salı

Küçük bir mutluluk

"Küçük bir mutluluk istiyorum öyle küçük olsun ki kimse istemesin onu benden"

Bebek elleri gibi minicik elleri olsun mutluluğumun, avucuma aldığımda kaybolsun  kimse görmesin... Olur da aniden açmak zorunda kalırsam avcumu uçup gitsin hemen kaybolsun, ama sonra tekrar dönüp gelsin yalnızlığıma rayiha olsun, beni bulsun. Serin bir havada mesela; yudum yudum içilen çay gibi ısıtsın içimi, o kadar özel ve bir o kadar her şey gibi olsun ki kimse anlamasın onun benim olduğunu... En sevilen şarkı gibi, zihnimin arka fonunda hiç durmadan çınlasın sesi, hatta konuştuğum olsun onunla ondan habersiz... Küçük bir mutluluğum olsun minicik, belli belirsiz... Dışarıdan bakıldığında görülmesin ama kalbimin her sokağının çıkmazı onun adıyla bitsin. Her kapımın ardında bekleyenim o olsun mesela. Ama bir  ben bileyim bunu, kimse bilmesin. 

Küçük bir mutluluk istiyorum öyle küçük olsun ki kimse almasın onu benden... Ben ekeyim toprağına yüreğimin, ellerimle büyüteyim, kimse bilmesin. 
Küçücük bir mutluluğum olsun yeter koca bir ömür sığdırırım ben ona...Gölgesinde boy boy umutlar yetiştiririm sonra... Ne getirirse getirsin hayat, sol yanımda dursun yeter bana...

12 Ekim 2015 Pazartesi

An=Kara

Ölüyoruz...

Ülkemizi severken ölüyoruz, korumaya çalışırken ölüyoruz, düşündüğümüz için ölüyoruz, inandığımız için ölüyoruz, gençliğimizin baharında ölüyoruz, daha çocuk yaşta ölüyoruz, yeşili severken ölüyoruz, otobüs beklerken ölüyoruz, barış isterken ölüyoruz...

Hepimiz; bu ülkenin umudu olan o güzel çocuklardık, ne oldu da kurşunlandık! Hangi siyasi görüş, hangi hayvani güdü ya da hangi topyekün aldanış çektirdi size o tetiği? Paylaşamadığınız, o "insan olmaktan" üstün tuttuğunuz şey neydi? Kardeş katli hangi coğrafyada, hangi dinde aydınlık getirebildi ki!

Çaresizliğimiz insanlığımızdan utandırır hale getirdi bizi... Bu yazıda geçen, geçmeyen tüm soruların elbette var bir faili!!! Bu konuya girmiyorsam eğer, bu; şu an hissettiğim acının hacmindendir! Çünkü böyle bir günde siyaset yapılmaz. 
Bunun yanısıra, olmayacak bir sürü şey daha var aslında! 
Bir ülkede insanlar tesadüfen hayatta kaldığına sevinirken aynı oranda utancından kahrolabilir mi, mesela?! Çoluğuna çocuğuna daha aydınlık bir ülke bırakmak için yola çıkıp, barış istediği için ölebilir mi?! Daha gencecik fidanlarını göz göre göre ya da bile isteye kurban verebilir mi? Bir ülkede anaların babaların hep bir sebeple evlatlarının ardından ağlamaları kader mi? Birileri istemediği için, bir diğerinin canına kıyma hakkına sahip mi?! Bir ülkeye, öle öle barış gelir mi?!.. Bir arada insanca yaşamak için ölmek mi gerekli?!..
...
Böyle ülke olmaz, böyle siyaset yapılmaz! Bir insan başka bir insanın hayatını böyle hiçe sayamaz ve bunun bir adı olamaz arkadaş!!! insan insana böyle acı yaşatmaz! Yaşatamaz!
Ve bunca kan kimsenin yanına kar kalmaz!...

7 Ekim 2015 Çarşamba

Kelimeler...

“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” 

Gelmiyor işte. 
Ne kadar istesen de olmuyor. 
Bir beste çınlıyor zihninin duvarlarında
ama sözler bir türlü gelmiyor. 
Koca bir bulut oluyor da insan, 
yağamıyor bir türlü o toprağa, 
çıplak kalıyor ağaçlar, çiçekler açmıyor... 
ne yaparsan yap bahar gelmek bilmiyor...

Güçlü olmak gerek böyle havalarda. Güçsüzlük diye bir şey yok aslında. Ya başkaları üzerinde kullanıyor insan gücünü, ya da yaşadıklarına direnmek, sustuklarına katlanmak için kendine saklıyor. İkincisindenim ben. Kendi tercihim değildi, öyle denk geldi… Hayat kimseye alternatif sunmaz zaten…  

Kelimeler diyorduk… 
Bundan yıllar yüzyıllar önce, 
bazı anlamlara gelmeyen o kelimeler 
çaresizliğin girdabında susmaya eşitlendi. 
Bu yüzden; susmak bazı aşkların ana dili,
bildiğin tüm sözcüklerle bir çift gözde kaybolmaksa;
yalnızca kendini ıslatan bir kırkikindi…
Kelimeler diyorduk...


Oysa susmak zamanıdır şimdi…

6 Ekim 2015 Salı

Tehlikeli Oyunlar


“…bir insanın iyi kötü ortaya bir eser koyması ne kadar zor ne kadar takdire şayan bir harekettir bilemezsin.
-ben ne koyuyorum ortaya albayım? diye çekinerek sordu Hikmet.
-kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın?”


“- Gerçek nedir Hikmet amca?
- Gerçek… İki nokta üst üste koydun mu?
- Koydum Hikmet amca. Büyük harfle başlanıyor, değil mi?
- Hepsini büyük harfle yazsaydın.
Gerçeğin de soluna çiçek yapma sakın. Yaz bakalım: Gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.
- Birimi var mı Hikmet amca?
- Birimi insandır.”


"...nihayet insanlık da öldü!
 haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur.
bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır.
gazetelerinde, "insanlık öldü mü?" ya da "insanlık ölür mü?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir.
evet, insanlık artık aramızda yok.
`insanlıktan uzun süredir ümidini kesenler, ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır`.
fakat, insanlık âleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir âlemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeye başlamışlardır. böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir.
insanlık artık aramızda dolaşmasa bile, hatırası gönüllerde yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp ıstırap çektiğini öğreneceklerdir. insanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum.
zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir. insanlıktan paylarını alamayanlar için o zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu.
yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı.
hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.

Maysoon Zayid (If I can...)