26 Temmuz 2015 Pazar

Şairin romanı olur mu?

Bir kitabın ilk sayfasını çevirmek, kendi kapınızı çekip bir
başka kapıya misafir gitmektir…
O ilk adımdan sonra durup iklimle tanışıyorsunuz. Toprağı,
göğü, güneşi, gündüzü ve geceyi bambaşka bir dünyada
sınıyorsunuz. Zaman geldiğinde; anlıyorsunuz. Ayaklarınızın
kaptanlığını yaptığı beden geminiz yol almaya başlıyor
kelebekten olma yelkenleriyle. Sözcükler esiyor keyfince. Bazen
delicesine, bazen de yolda olduğunuzu hissettirmeyen bir
dinginlikle. Salıveriyorsunuz ağınızı uçsuz bucaksız bir denizde ve
yükleniyorsunuz tüm çektiklerinizi ruhunuza, hevesle…
Yağmurunda ıslanıyorsunuz o göğün, güneşinde kuruyorsunuz,
üzerinize inen bulutların içinde yitip gidiyorsunuz. Öyle bir cümle çıkıyor ki karşınıza, tüm
çıplaklığınızla görünür kılıyor sizi bir anda. Sonra bir dağın görünen kısmına çarpıyorsunuz hiç
hesapta yokken. Batıyor geminiz, uçup gidiyor kelebeğiniz… O anda bir filikanın iplerini
çözüyor yazar, tutunuyorsunuz; güvendesiniz. “Güven neresi?” diyor derinlerden bir ses;
susuyorsunuz. Okuyorsunuz; sessizce yol alıyorsunuz…
Aşina bir kara parçası görüyorsunuz. Ayak basıyorsunuz sanki daha önce hiç
dokunmamışçasına…
“Kendi boşluğunuzla yüzleşmeden varlığınızı dolduramazsınız. Şiir bizim kendimiz
olmaya açılan kapımızdır. Ama bazen kendi kapımızı yüzümüze kapatırız. Kim
olursanız, ne olursanız, nasıl olursanız olun, ama kendinize girip çıkacağınız bir kapınız
olsun çocuklar. Az olun, ama hakiki olun! Bir gün kendi kapınızı çalacak yüzünüz
olsun.”
Bir kapı beliriyor karşınızda, tanıyorsunuz; çıkarken örttüğünüz hani… Leziz bir ziyafet
masasından dönmüş gibi ruhunuz. Damağınızda kalan tadın keyfini çıkarıyorsunuz…
Ruhunuza can olmuş yolculuğunuz… başınız dik, içinizde yetkin bir huzur giriyorsunuz içeri…
Şairin “romanı” mı olur, diyor birileri!
Olur efendim, pek de ala olur. Zaten ancak, bir şairin romanı “böyle” olur!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder