27 Temmuz 2015 Pazartesi

Yüzleşme

        Soluksuz yaşadığım telaşsız bir ölüm bu
        Görmek istiyorsan örtüyü kaldır;
        Körpecik düşlerimden arsız umutlarıma dek
        Küflenmiş gibiyim...
        Hor kullandığım sabrımı tükettim
        Yaşım dolusu sessizlikleri büyütüp
        Çığlık çağına getirdim
        Duymak istemiyorsan yardım çağır;
        Yara bandı olduğum yaralara  
        Kanımı akıtmak üzereyim...
                ...
Çıkışa varmıştı artık. Kanatlarını çırpmaya hasret, kafese kapatılmış bir kuşun çırpınışı gibi, yıllardır içinde debelenip durduğu mabedin, içindeki onca kör karanlığa direnip sağlam duran, ardına, bir hayatı ışıtacak kadar aydınlık saklayan kapısına gelmişti. Perde perde çöküveren bu karanlığın ardında, öyle çok ışık vardı ki, her şeye inat ellerini gözüne siper edip alnını kırıştırarak, bastığı yeri çukurlaştıran adımlarla bıraktığı yerden devam edecekti yoluna. Tüm düşlerinin gerçek olmasına ramak kala, yeniden, neva makamında yükselen o fütursuz kahkahayı duydu!
Nasıl olurdu?
Öldürmemiş miydi onu?
Ardında bıraktığı onca cesedin arasından o hala nasıl gülebiliyordu? Seken son kurşun ona sırtından isabet etmemiş miydi? Bir anda yeryüzüne iniveren sağanak gibi, içini delercesine saplanan korkunç öfkeyle her şeyi unutup, silahına sarıldı. Bir anda mevcudiyetinin hükümdarı kesilen bu harlı his ona her şeyi yeniden hatırlattı! İçinde sönmeye yüz tutan alevler, semaya uzanan sarmaşık gibi bedenine dolanarak yeniden yükseliyordu.
 Geri döndü!
Kuşanıp içine girdiği andan beri, her köşesinde bir ceset bıraktığı bu mabette, sesi perde perde yükselen bir fon müziği gibi hiç durmadan çınlıyordu o kahkaha! Maruz kaldığı her kahkahayla, işkencecisine güttüğü kin artıyordu adeta. Kurdun kuzuya yaptığı yarenlikti bir bakıma, bir an olsun ayrılmamıştı yanından, bu katliam boyunca. Ayak bileklerini aşan kan gölünün ortasında, şimdi, altın tepside zafer sunamazdı kurduna!
Nerede olduğunu kestiremiyordu ama bilinçsiz ve hızlı adımlarla o kahrolası sese doğru yöneliyordu ayakları. Kapıyı açacak, nefretinin henüz doymamış elleriyle onu kavrayacak ve defalarca çekecekti tetiği ardı ardına. İçindeki öfkeyle yüklendi kapı koluna! Burada yoktu! Kana yatırılmış cansız bedenleri gördü. Öldürdüklerinin ağırlığı, ona ekleniyordu sanki,  daha da büyüyordu her birine baktığında. Emindi; daha önce böylesine bir gurur yüklenmiş olamazdı hiçbir öldürme eylemine! Onların ölümü kadar yaşam ekleniyordu sanki kendi hanesine. Bir kapı açtı, bir kapı daha ve bir diğerine yöneldi hışımla. Büyüdü, büyüdü, daha da büyüdü öfkesi açtığı her kapıyla…
Ses kesilmişti…
Öfkesine itinayla sarılıp oturdu bir kenara. Düşünüyordu… Kimdi bu? İçine ok gibi saplanan bu hicapsız sesin sahibi kimdi?
Ölmesi gereken herkesi öldürmüştü oysa. Hiç tereddüte düşmeden çekmişti tetiğini, hâkim olmadığı hırsıyla defalarca öldürmüştü her birini! Peki ya bu! Kimdi?
Aynı soruların tekrarıyla yarattığı psikozunda öfkesini doyuruyordu adeta. Kim cüret edebilirdi böyle bir katliama tanık olmaya? Her şeyi planlamıştı. İşini bitirdikten sonra alevlere teslim edecekti cesetleri. Önceden sözleştiği, dışarıda kendisini bekleyen fırtınayla, uçuşan külleri seyredecekti keyifle. Sonra, sabah erkenden buluşacağı güneşe kendini ihbar edecekti...
Ve yeniden duydu o sinir bozucu kahkahayı!
Düşündüğü sırada, beynine pompalanan kesif kan kokusuyla kalktı yerinden. Parmaklarından dökülen kırmızı damlalar, gittikçe büyüyen halkalar oluşturuyordu yerde. Bir an soluklanmak için dinlenmeye çekilen öfkesi kendisinden önce kalkmıştı ayağa. Ses çok yakından geliyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes daha aldı!..
Kapıyı açtı! Tüm ölülerin yasını tutan bir karanlık vardı odada. Nefes alışını duyabiliyordu. Kulağının dibindeydi. Öfkesinin hırçın elleriyle sıkıca kavradı onu! Bu temas herhangi başka bir güce ihtiyaç duymadan öldürmeye yetecek kadar kudretliydi aslında. Aralarında, hevesli kurşunların emir beklediği tetik vardı yalnızca. Son hamlesini yapmadan önce ışığı yaktı!
Hırsının büyüttüğü bedenine inat, gözleri; bir pusun ardında, sessizce ufalıp yok oluyordu gördüğünün karşısında!..Gözleri iyi tanıyordu onu. Hayatını yerle bir eden…İşte O’ydu...Başka kimsenin suçu yoktu aslında ama vakit geçti...Onunla başlayan her şey yine onunla bitecekti... Umursamadı gözlerini.
Son emri yerine getiren; elleriydi!..
                ....
Gözünün içine giren güneşle uyandı. Çatık kaşlarının üstünde çukurlaşan alnından ter damlıyordu.Tonlarca yükü geride bırakmışçasına yavaşça doğruldu. Elinin tersiyle sildi alnını, kalktı, aynaya yöneldi. Bir damla yaş kalmıştı göz çukurunda. İfşa etti. Doğmakla ölmek arasında belli belirsiz ince bir tebessüm yerleşti yüzüne. Günaydın, dedi artık aynada göremediği yansımaya…

-          Günaydın! Artık uyandım!..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder