Soluksuz
yaşadığım telaşsız bir ölüm bu
Görmek
istiyorsan örtüyü kaldır;
Körpecik
düşlerimden arsız umutlarıma dek
Küflenmiş
gibiyim...
Hor
kullandığım sabrımı tükettim
Yaşım
dolusu sessizlikleri büyütüp
Çığlık
çağına getirdim
Duymak
istemiyorsan yardım çağır;
Yara bandı
olduğum yaralara
Kanımı
akıtmak üzereyim...
...
Çıkışa varmıştı artık. Kanatlarını
çırpmaya hasret, kafese kapatılmış bir kuşun çırpınışı gibi, yıllardır içinde
debelenip durduğu mabedin, içindeki onca kör karanlığa direnip sağlam duran, ardına,
bir hayatı ışıtacak kadar aydınlık saklayan kapısına gelmişti. Perde perde
çöküveren bu karanlığın ardında, öyle çok ışık vardı ki, her şeye inat ellerini
gözüne siper edip alnını kırıştırarak, bastığı yeri çukurlaştıran adımlarla
bıraktığı yerden devam edecekti yoluna. Tüm düşlerinin gerçek olmasına ramak
kala, yeniden, neva makamında yükselen o fütursuz kahkahayı duydu!
Nasıl olurdu?
Öldürmemiş miydi onu?
Ardında bıraktığı onca cesedin
arasından o hala nasıl gülebiliyordu? Seken son kurşun ona sırtından isabet
etmemiş miydi? Bir anda yeryüzüne iniveren sağanak gibi, içini delercesine
saplanan korkunç öfkeyle her şeyi unutup, silahına sarıldı. Bir anda
mevcudiyetinin hükümdarı kesilen bu harlı his ona her şeyi yeniden hatırlattı!
İçinde sönmeye yüz tutan alevler, semaya uzanan sarmaşık gibi bedenine
dolanarak yeniden yükseliyordu.
Geri döndü!
Kuşanıp içine girdiği andan beri, her
köşesinde bir ceset bıraktığı bu mabette, sesi perde perde yükselen bir fon
müziği gibi hiç durmadan çınlıyordu o kahkaha! Maruz kaldığı her kahkahayla,
işkencecisine güttüğü kin artıyordu adeta. Kurdun kuzuya yaptığı yarenlikti bir
bakıma, bir an olsun ayrılmamıştı yanından, bu katliam boyunca. Ayak
bileklerini aşan kan gölünün ortasında, şimdi, altın tepside zafer sunamazdı
kurduna!
Nerede olduğunu kestiremiyordu ama
bilinçsiz ve hızlı adımlarla o kahrolası sese doğru yöneliyordu ayakları.
Kapıyı açacak, nefretinin henüz doymamış elleriyle onu kavrayacak ve defalarca
çekecekti tetiği ardı ardına. İçindeki öfkeyle yüklendi kapı koluna! Burada
yoktu! Kana yatırılmış cansız bedenleri gördü. Öldürdüklerinin ağırlığı, ona
ekleniyordu sanki, daha da büyüyordu her
birine baktığında. Emindi; daha önce böylesine bir gurur yüklenmiş olamazdı
hiçbir öldürme eylemine! Onların ölümü kadar yaşam ekleniyordu sanki kendi
hanesine. Bir kapı açtı, bir kapı daha ve bir diğerine yöneldi hışımla. Büyüdü,
büyüdü, daha da büyüdü öfkesi açtığı her kapıyla…
Ses kesilmişti…
Öfkesine itinayla sarılıp oturdu bir
kenara. Düşünüyordu… Kimdi bu? İçine ok gibi saplanan bu hicapsız sesin sahibi
kimdi?
Ölmesi
gereken herkesi öldürmüştü oysa. Hiç tereddüte düşmeden çekmişti tetiğini, hâkim
olmadığı hırsıyla defalarca öldürmüştü her birini! Peki ya bu! Kimdi?
Aynı soruların tekrarıyla yarattığı
psikozunda öfkesini doyuruyordu adeta. Kim cüret edebilirdi böyle bir katliama
tanık olmaya? Her şeyi planlamıştı. İşini bitirdikten sonra alevlere teslim
edecekti cesetleri. Önceden sözleştiği, dışarıda kendisini bekleyen fırtınayla,
uçuşan külleri seyredecekti keyifle. Sonra, sabah erkenden buluşacağı güneşe
kendini ihbar edecekti...
Ve yeniden duydu o sinir bozucu
kahkahayı!
Düşündüğü sırada, beynine pompalanan kesif
kan kokusuyla kalktı yerinden. Parmaklarından dökülen kırmızı damlalar,
gittikçe büyüyen halkalar oluşturuyordu yerde. Bir an soluklanmak için
dinlenmeye çekilen öfkesi kendisinden önce kalkmıştı ayağa. Ses çok yakından
geliyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes daha aldı!..
Kapıyı açtı! Tüm ölülerin yasını
tutan bir karanlık vardı odada. Nefes alışını duyabiliyordu. Kulağının
dibindeydi. Öfkesinin hırçın elleriyle sıkıca kavradı onu! Bu temas herhangi
başka bir güce ihtiyaç duymadan öldürmeye yetecek kadar kudretliydi aslında.
Aralarında, hevesli kurşunların emir beklediği tetik vardı yalnızca. Son
hamlesini yapmadan önce ışığı yaktı!
Hırsının büyüttüğü bedenine inat,
gözleri; bir pusun ardında, sessizce ufalıp yok oluyordu gördüğünün
karşısında!..Gözleri iyi tanıyordu onu. Hayatını yerle bir eden…İşte O’ydu...Başka
kimsenin suçu yoktu aslında ama vakit geçti...Onunla başlayan her şey yine
onunla bitecekti... Umursamadı gözlerini.
Son
emri yerine getiren; elleriydi!..
....
Gözünün içine giren güneşle uyandı.
Çatık kaşlarının üstünde çukurlaşan alnından ter damlıyordu.Tonlarca yükü
geride bırakmışçasına yavaşça doğruldu. Elinin tersiyle sildi alnını, kalktı, aynaya
yöneldi. Bir damla yaş kalmıştı göz çukurunda. İfşa etti. Doğmakla ölmek
arasında belli belirsiz ince bir tebessüm yerleşti yüzüne. Günaydın, dedi artık
aynada göremediği yansımaya…
-
Günaydın!
Artık uyandım!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder