15 Kasım 2015 Pazar

Masa da masaymış ha...

adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
üç ker üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu.

masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandu durdu
adam ha babam koyuyordu.


Edip Cansever

2 Kasım 2015 Pazartesi

Atilla İlhan / ben sana mecburum

ben sana mecburum bilemezsin 
adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
büyüdükçe büyüyor gözlerin 
ben sana mecburum bilemezsin 
içimi seninle ısıtıyorum 

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
bu şehir o eski istanbul mudur 
karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
sokak lambaları birden yanıyor 
kaldırımlarda yağmur kokusu 
ben sana mecburun sen yoksun 

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur 
insan bir akşam üstü ansızın yorulur 
tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
bir kaç hayat çıkarır yaşamasından 
hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor 
eski zamanlardan bir cuma çalıyor 
durup köşe başında deliksiz dinlesem 
sana kullanılmamış bir gök getirsem 
haftalar ellerimde ufalanıyor 
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 
ben sana mecburum sen yoksun 

belki haziran'da mavi benekli çocuksun 
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin 
kötü rüzgar saçlarını götürüyor 

ne vakit bir yaşamak düşünsem 
bu kurtlar sofrasında belki zor 
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 
ne vakit bir yaşamak düşünsem 
sus deyip adınla başlıyorum 
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
hayır başka türlü olmayacak 
ben sana mecburum bilemezsin

Levent Yüksel - Yas

                                                 

Hatıralar başucumda nöbet tutar gece gündüz bekler beni 
Düşlerim var benim hayallerim var 
Fikrim derya deniz fikrim geri getirir seni 
Ne eserim ne yağarım dururum mateme dilsiz dağ gibi 
Dualarım var; duvarlarım var 
Yazarım söylerim yana yana ismini 
Yarıda kaldı şarkılar aman 
Bu yaraya deva değil zaman 
Ateş düştüğü yeri yakar 
Bu düzeni bozuk dünya yalan 
Ötme bülbül ötme can ayazda kışta 
Sen gülü terk etme; şarkılar şiirler yasta ..

1 Kasım 2015 Pazar

...


Sertab Erener - Rüya - Lâ'l

Zeki Bulduk / Konuşmak

çok konuşmak değil bahsettiğim. ya da havadan sudan, politikadan, ölücü sözlerden bahsetmek değil derdim. evet belki de tam bundan bahsetmek istiyorum; havadan sudan, çiçekten böcekten, bahardan kıştan konuşmak isteyen insanın varıp bir kediye, bir kuşa, bir kuzuya, bir duvara konuşması...en çokta çiçeğe ve kediye konuşan insanlar. hani, yanımızda yöremizde tebessüm ederek gezip tozarlar, tozları dahi gelmez üzerimize ya... işte o insanlar ne çok şey anlatırlar kedilere, çiçeklere. o kediler ve çiçekler ne samimi, ne sıcak cümleler duymuşlardır, kim bilir... bu çok içten bir hal. insanları oyalamak, insanların hileli oyunlarına karışmamak için ne güzel bir yoldur. Nuri Pakdil, Safai, Bilge Karasu geliyorlar aklıma... ne güzel susmuşlar, ne güzel anlatmışlar yola, kuzulara ve kedilere.

bir de öyle bir konuşmak vardır ki, utançla dizilir kelimeler. ama namuslu bir dilin utancıyla. dilline, kalbine, zihnine bulaşan kirli kelimeleri yere dökerken abdest suyu akıp gidiyormuş hissine kapılırsınız. ya derman, na nasip, ya hayır dercesine. şeyhine, dostuna, sevgilisine, yoldaşına, annesine açılan insanlarda, bazen de rahibe konuşan günahkarlarda vardır o dil. yıkanır gibi konuşur o insanlar. kendilerini yıkarken, yıkıp yeniden kurarken, dinleyenin de yüreğinde baharlar göğerir ya hani. işte öyle...

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kimsesiz bir delinin mal beyanı (met-üst)

1-avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen 
2-gökyüzünde bir bulut 
3-bitlis'te beş minare  
4-büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp 
sigara içilen beyaz duvarı 
5-islıkla da çalınabilen dört anonim türkü 
6-palandöken'de bir palan, iki döken 
7-kastamonu'da üç kasto 
8-üç fay hattı 
9-bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma 
10-dünyada mekan 
11-ahirette iman 
12-denizde kum 
13-uzayda yerçekimsizlik 
14-bir çuval gazoz kapağı 
15-bir kibrit kutusu sigara izmariti  
16-biri ingilizce 6 adet küfür 
17-yirmi tane boş naylon poşet 
18-sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht 
19-uç ayrı parkta, üç ayrı belediyeye ait, üç ayrı banka reklamlı bank 
20-bir ayakkabı çekeceği 
21-iki büyük taş kütlesi 
22-bir adet ağaç gölgesi 
23-üç kuş kanadı sesi 
24-bir sürü kedi köpek 
25-bir marmara denizi 
26-camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci   
27-nakit 15 lira 
28-anne babadan kalma bir ucu yaşanmış bi ömür

27 Ekim 2015 Salı

Küçük bir mutluluk

"Küçük bir mutluluk istiyorum öyle küçük olsun ki kimse istemesin onu benden"

Bebek elleri gibi minicik elleri olsun mutluluğumun, avucuma aldığımda kaybolsun  kimse görmesin... Olur da aniden açmak zorunda kalırsam avcumu uçup gitsin hemen kaybolsun, ama sonra tekrar dönüp gelsin yalnızlığıma rayiha olsun, beni bulsun. Serin bir havada mesela; yudum yudum içilen çay gibi ısıtsın içimi, o kadar özel ve bir o kadar her şey gibi olsun ki kimse anlamasın onun benim olduğunu... En sevilen şarkı gibi, zihnimin arka fonunda hiç durmadan çınlasın sesi, hatta konuştuğum olsun onunla ondan habersiz... Küçük bir mutluluğum olsun minicik, belli belirsiz... Dışarıdan bakıldığında görülmesin ama kalbimin her sokağının çıkmazı onun adıyla bitsin. Her kapımın ardında bekleyenim o olsun mesela. Ama bir  ben bileyim bunu, kimse bilmesin. 

Küçük bir mutluluk istiyorum öyle küçük olsun ki kimse almasın onu benden... Ben ekeyim toprağına yüreğimin, ellerimle büyüteyim, kimse bilmesin. 
Küçücük bir mutluluğum olsun yeter koca bir ömür sığdırırım ben ona...Gölgesinde boy boy umutlar yetiştiririm sonra... Ne getirirse getirsin hayat, sol yanımda dursun yeter bana...

12 Ekim 2015 Pazartesi

An=Kara

Ölüyoruz...

Ülkemizi severken ölüyoruz, korumaya çalışırken ölüyoruz, düşündüğümüz için ölüyoruz, inandığımız için ölüyoruz, gençliğimizin baharında ölüyoruz, daha çocuk yaşta ölüyoruz, yeşili severken ölüyoruz, otobüs beklerken ölüyoruz, barış isterken ölüyoruz...

Hepimiz; bu ülkenin umudu olan o güzel çocuklardık, ne oldu da kurşunlandık! Hangi siyasi görüş, hangi hayvani güdü ya da hangi topyekün aldanış çektirdi size o tetiği? Paylaşamadığınız, o "insan olmaktan" üstün tuttuğunuz şey neydi? Kardeş katli hangi coğrafyada, hangi dinde aydınlık getirebildi ki!

Çaresizliğimiz insanlığımızdan utandırır hale getirdi bizi... Bu yazıda geçen, geçmeyen tüm soruların elbette var bir faili!!! Bu konuya girmiyorsam eğer, bu; şu an hissettiğim acının hacmindendir! Çünkü böyle bir günde siyaset yapılmaz. 
Bunun yanısıra, olmayacak bir sürü şey daha var aslında! 
Bir ülkede insanlar tesadüfen hayatta kaldığına sevinirken aynı oranda utancından kahrolabilir mi, mesela?! Çoluğuna çocuğuna daha aydınlık bir ülke bırakmak için yola çıkıp, barış istediği için ölebilir mi?! Daha gencecik fidanlarını göz göre göre ya da bile isteye kurban verebilir mi? Bir ülkede anaların babaların hep bir sebeple evlatlarının ardından ağlamaları kader mi? Birileri istemediği için, bir diğerinin canına kıyma hakkına sahip mi?! Bir ülkeye, öle öle barış gelir mi?!.. Bir arada insanca yaşamak için ölmek mi gerekli?!..
...
Böyle ülke olmaz, böyle siyaset yapılmaz! Bir insan başka bir insanın hayatını böyle hiçe sayamaz ve bunun bir adı olamaz arkadaş!!! insan insana böyle acı yaşatmaz! Yaşatamaz!
Ve bunca kan kimsenin yanına kar kalmaz!...

7 Ekim 2015 Çarşamba

Kelimeler...

“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” 

Gelmiyor işte. 
Ne kadar istesen de olmuyor. 
Bir beste çınlıyor zihninin duvarlarında
ama sözler bir türlü gelmiyor. 
Koca bir bulut oluyor da insan, 
yağamıyor bir türlü o toprağa, 
çıplak kalıyor ağaçlar, çiçekler açmıyor... 
ne yaparsan yap bahar gelmek bilmiyor...

Güçlü olmak gerek böyle havalarda. Güçsüzlük diye bir şey yok aslında. Ya başkaları üzerinde kullanıyor insan gücünü, ya da yaşadıklarına direnmek, sustuklarına katlanmak için kendine saklıyor. İkincisindenim ben. Kendi tercihim değildi, öyle denk geldi… Hayat kimseye alternatif sunmaz zaten…  

Kelimeler diyorduk… 
Bundan yıllar yüzyıllar önce, 
bazı anlamlara gelmeyen o kelimeler 
çaresizliğin girdabında susmaya eşitlendi. 
Bu yüzden; susmak bazı aşkların ana dili,
bildiğin tüm sözcüklerle bir çift gözde kaybolmaksa;
yalnızca kendini ıslatan bir kırkikindi…
Kelimeler diyorduk...


Oysa susmak zamanıdır şimdi…

6 Ekim 2015 Salı

Tehlikeli Oyunlar


“…bir insanın iyi kötü ortaya bir eser koyması ne kadar zor ne kadar takdire şayan bir harekettir bilemezsin.
-ben ne koyuyorum ortaya albayım? diye çekinerek sordu Hikmet.
-kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın?”


“- Gerçek nedir Hikmet amca?
- Gerçek… İki nokta üst üste koydun mu?
- Koydum Hikmet amca. Büyük harfle başlanıyor, değil mi?
- Hepsini büyük harfle yazsaydın.
Gerçeğin de soluna çiçek yapma sakın. Yaz bakalım: Gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.
- Birimi var mı Hikmet amca?
- Birimi insandır.”


"...nihayet insanlık da öldü!
 haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur.
bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır.
gazetelerinde, "insanlık öldü mü?" ya da "insanlık ölür mü?' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir.
evet, insanlık artık aramızda yok.
`insanlıktan uzun süredir ümidini kesenler, ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır`.
fakat, insanlık âleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir âlemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeye başlamışlardır. böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir.
insanlık artık aramızda dolaşmasa bile, hatırası gönüllerde yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu, bizim gibi nefes alıp ıstırap çektiğini öğreneceklerdir. insanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum.
zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. bugün için insanlık ölmüşse de, onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir. insanlıktan paylarını alamayanlar için o zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu.
yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde, çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı.
hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık, önceki gece sabaha karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar, insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır.

Maysoon Zayid (If I can...)

27 Eylül 2015 Pazar

Pilli Bebek - Olsun

                                                 

"Olsun" demek de zor artık,

Çocuk düşlerimiz yok artık...

Adsız hikaye

Puslu zihnimde uzadıkça uzayan, yıllardır bir karşılık bulup da ait olduğu rafa kaldıramadığım bir kavram; biz… İkimizin özne olduğu cümleler hiçbir yüklemle çekimlenemiyor bir türlü, sonu gelmiyor. Niyet edip başlıyoruz her yangından sonra yine ama bizim küllerimizden bile bir halt olmuyor.
Arasından koca bir hayatın aktığı karşılıklı duran iki yalnız dağ gibiyiz ve eteklerimizden suya karışmakta hayallerimiz… Peki neden bu ısrar?
Çözüm gitmek mi? Gitmek çözecek mi?
Gitmek kolaydır, gitmek zordur da… Toplayıp yamacını arkanı dönmek için yaşananlara kör etmen gerekir gözünü, sağır etmen kulağını…Görmeden, duymadan yaşamaya razı olmak gerekir. Gitmek; birilerinin yüreğini kanatmak demektir ya da tam tersi kanatılan sizin yüreğinizdir. Gitmek bir daha hiçbir yerde kalamamaktır ve buna da razı olmaktır. Gitmek, gitmektir işte en nihayetinde öyle ya da böyle yeni bir hayat barındırır içinde...
Ne diyorduk? Dağlar…
Şimdi dağın birinde, çok önceden, kalarak gitmiş olmanın onulmaz yaraları, yaşamaya karşı hissizlik ve gitmiş olmanın gizemiyle sunulmuş yeni bir “iç hayat” var… Yanlış gittiğinin farkında!..
Diğerinde ise geç kalmışlığın öfkesi, kaybetmenin yakıp kül eden pişmanlığı, aymazlığın hırçınlığı…
Şimdi bir şeylerden geçme faslı, bir yerlere varma… Yaşlandık burda böylece durarak. Karar zamanı… Sence var mı sürebileceğimiz bir iz? Her hikayenin bir sonu olmak zorunda mı? Çünkü emin ol biz seninle onu bile beceremeyiz, hoş zaten adı bile yoktu, kuvvetle muhtemel çok üzülmeyiz.

Hepsi bir yana, bir tek cevap istiyorum, bir yere varmak ya da bir nokta koymak için değil, merakımdan soruyorum; sahi, biz seninle neyiz?

O'nlara...

Neyi ortak olabilir insanların ham maddesinden başka?
Acısı, sancısı, sevgisi nefreti?..
Yürek ölçümleri başka başkadır oysa, başkadır hepsinin coğrafyası, iklimi…
Herkesin hayatına bir yerinden dahildir o 3.tekil kişi. Görmüş geçirmiştir mutlaka, kendine veremediği aklı başkalarına vermeye adamıştır kendini ve bildiğini sandıklarının yanılgılarına yetmemesinden bihaberdir bu zat-ı muhterem kişi…
Evet çoğu acılar aynı başlık altında toplanır; ölüm, aşk acısı, gidenin acısı, kalanın sancısı… Ama bu hepsinin de aynı şekilde yaşandığını anlamına gelmez. Sonuçta olduğu gibi görünmeyi ya da göründüğü gibi olmayı becerebilen bir yaratık değil ademoğlu. Ve tabi ki bu kabullenilmesi zor bir olgu.
Kim nerden bilebilir benim suyumun kaç derecede kaynadığını ve o dereceyi belirlerken Celcius’u mu yoksa Fahrenheit’ı mı işe dahil ettiğimi? Yıllık yağış miktarımı bilebilir mi veya karışımlarımın sonucunu öngörebilir mi? Kaç yazım, kaç güzüm var, kışlarım çetin mi geçer yoksa ılıman mı? Mevsimlerimi görecek kadar bende kalmış mı? Güneş yüreğimin neresinden doğar neresinden batar haberdar mı?.. Geçmiş mi hiç köprülerimden, görebilmiş mi hiç yüreğinin gözünden?..

Neyse…
Şimdi sevgili 3.tekil çoğunluğu;
Alın gardınızı hafiften çetrefilli methiyeler düzmekteyim hepinize içimden!..

Disconnectus erectus












- yağmur yağıyor olric, ıslanıyor etraf, ağlasak kimse anlamaz değil mi?
- anlamaz efendimiz.

26 Eylül 2015 Cumartesi

Zuhal Olcay - Kimse bilmez

                                               
Bulut geçti gözyaşlarım kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde

Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün

Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez, kimse bilmez...

Ömer Hayyam

19 Eylül 2015 Cumartesi

Bir sebebi var...

Bardakta soğuyan kahve, uyunamayan uyku, boğazda düğümlenen yumru...hepsinin bir sebebi var senin sandığından gayrı...

Susarken de anlaşılmıyor biliyorum. Ama elimden gelen bu ancak bu kadarını yapabiliyorum. Kendimi ifade etmek için sözcüklerden medet ummanın beyhude olduğu yerdeyim ben... Nasılsın sorusuna bile artık hep "iyiyim" diyecek kadar yaşadım çünkü; yeterince yaşayıp gördükten sonra hep "aynı" oluyor insan, hep "iyi"... Sonra konuşmak istesen de bir gün, dönüp bakıyorsun ki gitmiş alfabenin tüm sesli harfleri...Sessizlik düşmüş zaten payına; yutuyorsun...bir giz olup saklanıyor hislerin kalbinin duvarlarına susuyorsun... Anlatmaya çalışsan da olmuyor, hangi sözcüğü seçsen bir ucu eksik kalıyor sanki, her cümle kifayetsiz gibi...
Tüm bunlara rağmen yine de:
Sen ki; ömrümün en tatlı baharı, gönlümde açan çiçeklerin rayihası, gülen bir yüzün müsebbibi, kalbimin en mavi lekesi... Dökme yüzünü ne olur, sessiz harflerimi de götürüp dilsiz bırakma beni...

6 Eylül 2015 Pazar

En güzel söz tam zamanında söylenemeyen söz değil midir?"

"Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu."

"Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim vardı... Bunların, bütün ömrüm boyunca konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için "adam sen de, söyleyip de ne olacak sanki?" demiştim. Eskiden her insan hakkında, hiçbir esasa dayanmadan, sırf mukavemet edilmez bir hissin, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl; "bu beni anlamaz!" demişsem, bu sefer bu insan için gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz hisse tabi olarak: "İşte bu beni anlar!" diyordum."

Kürk Mantolu Madonna // Sabahattin Ali 

Müslüm Gürses - Nilüfer

M                                             
Sözler mi eskidi hayat mı ağırlaştı bilmiyorum. Her kelime
kifayetsiz kalıyor, hiçbir cümle anlatmaya yetmiyor yaşananları. Yeni bir dil
peyda oluyor o an. Sözsüz bir dil; susuyorsun. Dolacak sanıyorsun içindeki o koca boşluk, olmuyor…
her yeni günde biraz daha eksiliyorsun… Zaten her düşüşünde kendi eline tutunup
kalkıyorken sen, artık o eli bile bulamıyorsun hani o kadar eksiksin o kadar
yok oluyorsun… Ama yine de yaşıyorsun işte; belki de sadece zamanın eli değdi
bize… Sevgiler kırık dökük, yüreği kavuran bir sam yeli, elde avuçta birkaç umut;
üstünde sandık lekesi… Yaşıyorsun işte ama istiyorsun yine de “BİR ŞANSIM OLSUN”…

Başka yer başka zaman
Sensiz ömrüm olsun
Artık geri ver…
Geri veremezsin aldıklarını…
Artık geri ver…
Geri verilmez hiçbir yanılgı…
Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun
Başka yer başka zaman
Sensiz ömrüm olsun…

30 Ağustos 2015 Pazar

Ceyl'an Ertem - Odalarda Işıksızım

                                             
Bir şarkıyı iliklerine kadar hissedip söylemek tam anlamıyla bu olsa gerek...ayrıca yaptığı işe yüreğini koymak Ceyl'an Ertem'in bu yorumuyla vücut bulmuş fikrimce...

28 Ağustos 2015 Cuma

Günlerden "Alacakaranlık" ...

                                                   olmaz ol alacakaranlık! yerin dibine bat alacakaranlık! evin ocağın sönsün alacakaranlık! onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık! dilerim, ettiğini bulasın, kan kusasın... sancıdan, sızıdan inleyesin! can alıcıya can vermiyesin. 


alacakaranlık, ne karanlıktır, ne aydınlıktır; ikisi ortası, aydınlıktan uzak, daha çok karanlığa yakın. alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, gözboyamadır. karanlık, gecedir, her gecenin de bir sabahı olur. ama alacakaranlıkların hiç yoktur sabahı, bir sürüncemedir, sürer gider... ne aydınlık, ne karanlık... varsa da yok... yoksa da var... var gibi de yok, yok gibi de yine var...

kanunlar hem var, hem yok... kimine var, kimine yok. kimi zaman var, kimi zaman yok. kimi yerde var, kimi yerde yok. insan hakları, hani varımsı da yokumtrak… demokrasi; demokrasisimsi... sosyal adalet; sosyal adaletimsi...

varımtrak yokumsu... 
tatlımtrak acımsı... 
salımtrak ama çarşambamsı... 
batılımsı da doğulumtrak... 
ilerimsi de biraz gerimtrak...

alacakaranlık, insanlara karanlığın aydınlıktır diye yutturulmasıdır: karanlığımsı da aydınlığımtrak... karanlık, aydınlığın düşmanıdır. alacakaranlık, hiçbir şeyin ne dostu, ne de düşmanıdır. alacakaranlık ne tezdir, ne antitezdir, ne sentezdir. o, allahın belası pis bir şeydir.

olmaz ol alacakaranlık! başın kelola! gözün körola! yerin dibine bat da bir daha çıkma!
gel ey aydınlık, gel!

Cem Karaca - Sende başını alıp gitme

25 Ağustos 2015 Salı

Kral Çıplak !!!

Ben yalnız ve güzel ülkemin sıradan bir vatandaşıyım. Eğitim düzeyim lisans üstü, mesleğim tercümanlık. Hepimizinki kadar sıradan acılarım, hayal kırıklıklarım, umutlarım ve mutluluklarım var. Sağ, sol, orta, ortanın sağı, ortanın solu… Siyasetin ne demek olduğunu öğrenecek kadar okumuş bir bireyim, Nazım Hikmet’i de Nihal Atsız’ı da iyi bilirim. Elbette bir siyasi görüşe sahibim ama ülkemde var olduğu sanılan siyasetin herhangi bir rengine mensup değilim.

Hal ve gidişat sıfırın altında, konuşsak olmuyor sussak gönül razı değil, gün günden daha vahim...

Türk, Kürt, Ermeni, Müslüman, gayrimüslim, asker, sivil, çocuk, anne, baba… Ülkemde her gün koltuk sevdasına onlarca insan ölüyor, herkes kendinden başka bir suçlu gösteriyor…

Canım acıyor, mutlu değilim…

Kimseye herhangi bir düşünceyi empoze etmek değil niyetim, her birimiz bir diğerimizin özgürlüğüne saygı duyacak mesafede kalacak kadar özgürüz.

Ama gözleriniz artık görsün, aklınız yönlendirilmesin  -her şeye rağmen- tarafınızdan yönetilsin, kulaktan dolma bilgiler ya da aileden kalma alışkanlıklarla sahip olunduğu sanılan bilgi kırıntıları ölesiye öldüresiye savunulmasın, cebinize girecek para ya da şahsi menfaatleriniz diğerimizin canı, kanı pahasına olmasın. AKP’li CHP’li MHP’li HDP’li TKP’li… olmadan önce insan olmak öğrenilsin… Şairin dediği gibi: “Gülmek; bir halk gülebiliyorsa gülmektir”… Kimse daha fazla gözyaşı dökmesin…

Lafı çok uzatmayacağım, gündemimizdeki ülke meseleleri can alıyor, can yakıyor ve herbiri tarihe kanlı harflerle yazılacak belki de tam tersi olarak aktarılacak kimbilir… Ama bildiğim bir şey var ki; bu kötü zamanlar biz 10.köy sakinleri tarafından derin bir acıyla hatırlanacak…

Beyni vücudunu terk etmiş milyonlarca insan için söylüyorum ne olur bir şeyler yapın ve açın gözlerinizi, her yer simsiyah, kalmadı ufacık bir ak... bakın ve görün; kral artık çıplak!...

24 Ağustos 2015 Pazartesi

İnsanın Acısını İnsan Alır / Şükrü Erbaş

"Herkesi babama benzetirdim. Ya da hiç kimse babama benzemezdi. Evimizde yapraklanan bir çınar ağacıydı. Gölgesi yazın serinlik, kışın sıcaklık verirdi. Yanımda olduğu zamanlar iki kat yaşardım. Yüreğimde karıncaların yürüdüğü bir yeni zamandı. Kim birazcık ona benziyorsa hemen seviyordum. Bütün erkeklere mavilik veren bir gökyüzüydü. Bir gün gelmeyiverdi. Ben inanmadım. Sonraki günler de gelmedi. Ben bir çınarın her yaprağından defalarca düştüm. Annem sustu. Gözbebekleri büyüdü, büyüdü; kirpiklerinden taştı. Konya Ovası'nda öyledir ancak keder, güneşin battığı saatlerde. Birdenbire yalnızdık. Babamın uzun boyları başka kapılarda kırılıyordu. Gözlerinin değdiği her yerimiz üşüyordu. Annem, babamın yerine de sevdi beni. Hohlayıp hohlayıp sildi acılarımı. Ben gittim bir başka erkeğe inandım. Korkuyla zedeledi beni. Babamın bıraktığı yıkıma şiddeti ekledi. Annemi anladım. Kendisini sevmeyenin acısı da olmazdı öfkesi de...
Insanın bir ömrü, gökkuşağının yedi rengi vardı ve dünyadan başka dünya yoktu. Annemi bir daha sevdim. Gökyüzünü gördüm aynaya baktım. Şimdi gidip kentin en kalabalık yerinde hayata gülümseyeceğim."

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Bir zamanlar... // Once upon a time...

gençtik...

gezer, eğlenirdik...

yiyip, içerdik...

yabancılara tercüman olurduk eh konukseverdik :)

her kapıyı çalar, bazen boyumuzdan büyük işler başarır, her şekilde eğlenirdik...

hiçbir kuralı çiğnemezdik :)
üzülürdük ama yine de beraberdik...

geride bu kadar güzel bir geçmiş bırakmama vesile olan herkese teşekkürlerimle...


14 Ağustos 2015 Cuma

Düşlerinde yıldız tozu, cümlelerinde devrim olan kadından...

  • “Anlıyorum artık konuşmayanları, öylece durup cevap vermeyenleri. Vazgeçmişleri ve taşra kasabalarında hiç konuşmadan kitapların ve oyuncakların arkasında iki büklüm oturan eski solcu kırtasiyecileri......Genç öfkelerin, heyecanların ve soruların yerinden kıpırdatamadığı durgunluğunu o insanların, kadınların en çok, adamların da elbette. Küsmeyi anlıyorum, bak bu pek fena. Barışmış gibi yapmak ne çekilmez bir angarya. Heves, denizler altında yirmi bin fersah şimdi. Kim dalacak, kim çıkaracak. Vurgun meselesi de var sonra. Umut, ah o ne dırdırcı kelime. Anlıyorum artık..” 
  • “Sevmek bir kuşun kanadının kırılmasıdır biraz da...Bilir misin Sevgi’m, oyuncu güvercinlerin eve geri dönsünler, kaçmasınlar diye kanatlarını kırarlar. Birini sevmek de işte, kendi kanadından, uçmaya yarayan o tek bir kemiği çıkarıp başkasına vermektir, gönül rızasıyla, gülerek, korkmadan." 
  • "Size bahşedilen yeteneği taşıyabilmeniz için inanmanız lazım.Çünkü yeteneğiniz yüzünden size ihtimam göstermek, sizi korumak yerine yerle bir etmek isteyecekler. Sizi kıymetsiz olduğunuza inandırmaya çalışacaklar. Buna inanmamak için sizi bir şeyin, birinin çok sevdiğine inanmanız lazım. Bu yüzden bir tanrıçaya, bir tanrıya inanmalısınız. İnsan kendini durup dururken sevemez. Palavra o işler. İnsan kendini ancak bir tanrı onu severse, birinin onu sevdiğine inanırsa sevebilir." 
  • "Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce aşık olur...Ne mutluluktur öte yandaki, ne de tadıyla meraklandıran bir acı. aşk diye buna denir: Bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür. İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki..." 
  • "İnsan nasıl sevmeli ülkesini? Düğünlerde sıkılan kurşunlarla çocuklar öldüğünde mesela…Bir grup insan toplanıp üç-beş genci düşüncelerini açıkladıkları için linç etmeye kalktığında…Gecekondu yıkımlarında yoksul bir adam, çocuğunu pencereden tek kolunu sarkıttığında…Yalınayak gezen çocukları hastayken, kapıcı gidip kendine son model bir cep telefonu aldığında…Kızlarını sokağa çıktığı için kafasına kurşun sıkarak öldüren babalar, erkek kardeşler, taşra şehirlerinin hemen dışındaki otellerde başkalarının kızlarıyla para verip seviştiklerinde…Bir öğretmen öğrencisini döverek öldürdüğünde…Bilmedikleri bir dilde ezberledikleri dualarla adamlar, yaktıklarında çocukları…Askerler, cezaevlerinde açlık grevi yapan kendi yaşlarındaki gençleri yakmaya, yıkmaya gönderildiklerinde ve yanık kızlar kameralara bağırdığında ertesi gün kimsenin sesi çıkmadığında…Kadınlar sokaklarda sezonu açılmış av hayvanları gibi ürkek yürüdüklerinde, tecavüze uğradıklarında, katledildiklerinde…Entellektüel görünümlü bir çift şehrin en havalı cafe'sinde kahvaltı ederken küçücük çocuklarını pataklayıp sonra kahvaltıya sessizce devam ettiğinde…Uzak Anadolu şehirlerinde, bir tüccar daha fazla para kazanacak diye çürük yapılıp depremde yıkılan yatılı okullarda çocuklar bir gecede onlarca sayıyla öldüğünde…Bir cümleyi doğru kurmaktan aciz olacak kadar dilini bilemeyen cahiller söylediğiniz sözlerden dolayı sizi vatan haini olmakla suçlayıp, ardından ölüm tehditleri savurduğunda…İnsan nasıl sevmeli ülkesini, o ülkeyi sevmek zorlaştığında?"
                   ECE TEMELKURAN

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Gülüşün Eklenir Kimliğime

gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

her gece yeni bir savaş başlar
acı ses olur, ses deli yağmur
sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime.

Ahmet TELLİ / Belki Yine Gelirim

11 Ağustos 2015 Salı

Sağlık olsun

Ne zaman bir spiker, “televizyonunu yeni açan izleyicilerimiz için tekrarlıyorum” dese sadece benim için söylediğini farzedip özel hissederdim kendimi ve yine sırf bu yüzden her zamankinden daha büyük bir ciddiyetle dinlerdim sözlerini...

Alışkanlıklar kolay bırakılmıyor...

Hayat akıp geçerken önümden ben hep sonradan dahil oluyorum koşuya ve kimse benim için tekrarlamıyor oyunun kurallarını, deniyor, yanılıyor ve hep ıskalıyorum... Benim için tekrarladığın tüm haberler için müteşekkirim ama keşke diyorum sevgili spiker abla...alıştırmasaydın beni bu duruma... Bak kalakalıyorum öyle insanların arasında!.. Sesini arıyorum belki... belki de inandıklarımın peşinde koşarken ben böyle, hayat tozu dumana katıp geçiveriyor üstümden her seferinde... Sırtımda hep ayak izleri, dipdibe...

Aslında her şey gayet net ve basit; A ve B noktaları arasında uzanan kısa kesik çizgilerden ya da çeşitli eğrilerden ibaret kaderimiz. Birimizinki bir diğeriyle kesiştiği zaman başlıyoruz kalabalıklaşmaya...Derken kördüğüm olup kalıyoruz, çözebilene aşk ola! İşte benim olayım tam da burda başlıyor; Hep aşk oluyor bana çünkü kördüğümü çözmek için kesilerek feda edilen kısım oluyorum daima...Sonra yeniden bağlanmak için var gücümle bir ilmek daha... ve hep o ilmeklerin arasında sıkışıp kalıyor heveslerim; ne diyelim sağlık olsun...vardır bir hayır bunda da...


Saatin Soytarısı

...
Zaman;
acımasız bir katilmiş esasen
sapladı yelkovanı yüreğime
hem de hiç taviz vermedi devrinden
şaraba boyandı rakamlar;
sarhoş...
rakamlar bir hoş...
rakamların,
başı boş…
kaçıp gitse yüreğim 
bu hengameden
kurtulur mu dersiniz
akrebin,
bir lanet gibi
üzerine siniveren
gölgesinden?..

Ceyl'an Ertem & Can Güngör - Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

4 Ağustos 2015 Salı

Bazı şarkılar var...

                                           

Bazı şarkılar vardır...


İşte "El Adamı" o şarkıların en başındadır. Kulak yoluyla alınan en ağır alkol de denebilir buna. Bir kadının bir adama hissedebileceği en ağır duyguları büyük bir ustalıkla kaleme almıştır Yıldız Tilbe ve sadece bir şarkı çıkmamış ortaya muazzam bir şiir not düşülmüştür bence Türk edebiyatına bu şarkıyla... 

Nasıl bir yürektir o ne cesur bir sevmektir, ne korkusuzca bir resttir!.. Kadın yazmış işte, hiçbir şey denemez ki, çünkü üstüne söylenebilecek tek bir söz bile yoktur! Bence sırf bu şarkı için bile herkes saygı duruşunda bulunmalı Yıldız Tilbe'ye ve sonra evlerine dağılmalı sessizce... 

Bir kadının saçlarını kesmesine sebep olan tüm el adamlarına gelsin o zaman...

Not: şarkının bir de Ceylan Ertem yorumu vardır ki yabana atılmayacak kadar iyi, tavsiye edilir.
Şarkının sözlerini de yazayım tam olsun.

Saçlarımın boynuna geçti ipek sicim
Gömleğinin bir kolunu dar ağacı belledim
Bir ucu sen
Paslı makasın bir ucu
Bendim
Sığ yüzüne kapattığım saçlarımı
Kestim
Aynada yüzüm hazırladım
Tel tel ayrı ayrı topladım
Yalnızlığın kadınıyım
Alma beni el adamı

Gönlüm isterse gelirim
Bitmeyen aşkla sevişirim
Seyret bak uçurum dağından
Dümdüzdür vadi
Ruhum isterse gezinirim
Dipsiz uçurumlarda
Aşk düzlükte yaşanıyor
Düzlük tek aşkta

Aynı değil her baharın çiçeği dalı
Ellerini hangi su yıkar ortalık malı
Böldü sabır
Çekti kopardı seni
Bittin
Sığ yüzüne kapattığın saçlarımı
Kestim

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Şiirler tünelinde bilmem kaç km

"Ben biraz ertesi gün gibiyim, eksiğim, unutkanım, öyleyim."
Cumartesi oluyorum bazen, sıklıkla da Pazartesi. Eksik biraz, unutkan, kirli... Kir dediğim yaşamanın lekesi... Oysa büyük bir oyun; ne varsa bildiğin... "Bir büyük oyun yaşamak dediğin/Beni ya sevmeli ya öldürmeli". Ama sevmeye cesareti yok kimsenin, öldürmeye de... Öyle bir kimsesizlik ki bu; durmak, çelerken aklımı en mühim yerinden, niye, neye koştuğumu bile zaten bilmiyorken, eteklerimden ölüm çekiştiriyor, tepemde kuşlar uçuşuyorken..."Durduğum yer benim değilken/gidebilecek bir yerimin olmaması ne acı/gidebilecek bir yerim yok iken hala/ve inatla durmayışım ne gaflet/nihayetinde ölmüyorken yaşıyor olan insanın/yaşıyorken öldüğünü bilmemesi bu/bu ne tuhaf bir hayret". Ne tuhaf bir huzursuzluk, nasıl bir atalet... bıçak gibi saplanır mı her yeni gün insanın bedenine? Niye saplanır peki, nerede başladı bu hikaye?..Ben bir umuttum, çocuktum bir kuştum belki de konmak istedim bir kaç insanın yoluna sessizce. Belki de hiç olmadı bunlar; yoktum aslında... 
"Aklım başımda değildi, küfür gibi huzursuzdum / herkes beni unutmuştu, ben kimseyi unutmamıştım." 
Belki de unutmamaktı benim cehennemim... Acılara alışır da insan, mutluluklar nasıl unutulur  ki tadına bile varamadan! Bunları düşündükçe bir duvar örüyorum yaşamla arama. "Yüzümde hüzünden gölgeler kaldıysa / İçimde örülen duvardan düşmüştür, çatladıysa". Ama bir yolunu bulup atlamalı o duvardan, gitmeli uzaklara... Gitmek; unutmak istiyorum diyememekten türemiş bir sözcüktür zira. Gidiyorum şimdi. Çıktım yola; unutmaya...
Yağmur yağıyor dışarıda. Niye yağıyor ki şimdi durduk yere, ne gerek vardı buna!..
40 km/h...60 km/h...80 km/h...90 km/h...
Hızlandıkça dinecek sanıyorum yağmur! ha gayret!..
100 km/h...120 km/h...130 km/h...
Olmuyor! 
Kanıyorum yine aynı yerlerimden! Nasıl büyüyüp de çoğalıyor o hasretler, böylesine unutmak istiyorken!..
"dışarıya yağmur,
yüreğime hasret,
fikrime sen..
nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden
bir bilsen…"
140 km/h...160 km/h...
"hep böyle güzel mi gülersin" dedi
"rakın varsa biraz da ağlarım" dedim.
Ben yağıyorum şimdi, yağmura, hasretine, ve sana arkadaş... Gözlerin gözlerime perde şimdi, gözlerin...
''bir takvimi tersten açardık
eğer isteseydin''

170 km/h...190 km/h...
Kalbim sanık... Gözlerin buna tek tanık... İkimizden başka kimse yok burda...
200 km/h
220 km/h
230 km/h...
"yazık
geçit yok aşka
bir şey yok paylaşacak
acıdan başka…"
Ne işim var benim burda, neyime benim unutmak! Niye çıktım bu yola!
"Her şeyden biraz kalır diyordu ya hayat, kavanozda biraz kahve, insanda biraz acı..."
0 km/hz...
Adım gibi biliyordum oysa;
“Sana giden tüm yollar kapalı”
...

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Sana ve tüm aldanışlarıma...

Bunca yol bunca yorgunluktan sonra herhangi bir önemi var mı geri dönüp bakmanın bilmiyorum ama küfürler çalkalıyorum ağzımda nicedir bir uçtan bir uca... Kazara yol soracak olsa hani birileri, püskürmeye başlayacak ağzımdan ardı sıra... Hak edene vermeli hakkını oysa...
Evet sana ve tüm aldanışlarıma... Aldanışlarımdan ben mesulüm. Var kendime de söyleyecek bir kaç sözüm. Ben aldandığım için suçluyum ama anlamadığım şey şu; o kadar mı tatlı geldi canımı acıtmak da bir türlü vazgeçemedin. Çivinin çiviyi sökeceğini zannettim. Senden sonraki aldanışlardan en az sen de benim kadar sorumlusun o yüzden. Oysa ne fark edecekti çivi çiviyi sökse, daha mı az acıyacaktı canım çiviyi söksem ya da görmezden gelmeye yetecek miydi gücüm ardında kalan o koca deliği... Bir insanın bir insana zarar verebileceği aklımın alacağı bir şey değildi o zamanlar. Tüfek miydi insan, kılıç mıydı, zehir miydi? Hepsinden daha güçlü, hepsinden daha betermiş... ben sadece inanmak istemişim ve inanmışım o kadar... Evet ne diyordum; sana ve tüm aldanışlarıma...bir insanın canını acıtmanın bir diğer insana verdiği hazdan bahsetmiştim ya az önce... Korkarım artık mutlu edemeyeceğim sizi... Çünkü bir yerden sonra dünya başına da yıkılsa “iyiyim” diyebiliyormuş insan. Ve iyi oluyormuş da gerçekten... Koşabileceği kadar koşup, kanayabildiği kadar kanadıktan sonra ulaşılabiliyormuş bu mertebeye. 1.dereceden yakın akrabalarınızın konu edidiği ağzı bozuk sözlerden daha etkili olacağını düşündüğümden bir kez daha altını çizmek istiyorum; “iyi” oluşumun; “ben size rağmen iyiyim”...
Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı sayenizde, yüküm hiç denecek kadar hafif artık. Sadece sizden daha güzel hatalar koyabilirdim yoluma, ona biraz canım sıkık...

Her neyse...yayında ve yapımda emeği geçen herkese sonsuz s.vgü ve hürmetlerimle...

31 Temmuz 2015 Cuma

Siyah

"Siyah tüm renklerin günah keçisidir..."

Her şey onda kirlenir, onda kilitlenir ve ona gizlenir. Kir göstermez siyah; kimseyi ele vermez...Her rengi kabullenecek kadar büyük yüreği vardır siyahın... Diğer renklerin ise siyahı dışlayacak kadar vefasızlığı… O göz dolduran beyaz, ışıldayın yeşil, albenisini gözlere sokan pembe; hepsinin tuzu kurudur... Gücünden mi korkarlar, büyük yüreğini mi kıskanırlar bilinmez... Ve bir tanesi de çıkıp arkadaş senin ne derdin var demez. Hangi rengi baş tacı etse siyah üstüne, göz hep o diğerini görür siyahtan önce...Çaresizdir siyah, kimsesiz... Hangi renge gitse dertleşmeye kapı yüzüne kapanır, belki de bu yüzden yalnızlığı en iyi siyah anlatır...

Köstekli Saat

Köstekli bir saat gibi kalbimiz. Kapağına ürkek dokunan ellerimiz; yılların rüzgarına binip de gitti... Şimdi gelmeyecek zamana çekimli tüm saklı sözlerimiz... Tiktakları duyunca hızlandı adımlar...başladık koşmaya, korktuk durmaya; bilmem ki oysa gidiyoruz nereye varmaya?..
Zaman geçer üstünden kalbindeki dünlerin, bir kıvılcım düşse nafile; yalnızca seni yakar alevlense küllerin... Hayat geçer üstünden mazideki resimlerin, artık dursan da beyhude; sessizce akar resimlere keşkelerin...

28 Temmuz 2015 Salı

Ahmet KAYA - Penceresiz Kaldım Anne

Ver Bana Düşlerimi - Yaşar Kurt (Official Video)

ÖNDEYİŞ


Bedenim üşür, yüreğim sızlar
Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar.

Omzumda bir kesik el,
Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.

Metin ALTIOK